Thread Rating:
  • 59 Vote(s) - 2.85 Average
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Bayezid-i Bistami Kimdir?
#1
Oku-1 
Bayezid-i Bistami Kimdir?

Bâyezid-i Bistâmî ya da Ebu Yezid Tayfur bin İsa bin Sürûşân (Farsça بايزيد بسطامى), İranlı mutasavvıf.

Yaşam öyküsü

Günümüzde İran'ın Semnan Eyaleti'nde bulunan Bistam şehrinde 804 yılında doğmuştur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. Kabri yine Bistam'da bulunmaktadır. Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde de bir türbesi bulunmaktadır.[1][2] Dedesi İslâmiyeti sonradan kabul etmiş olan bir Zerdüşt[3] idi. Dedesinin Adem, Tayfur ve Ali isminde üç oğlu vardı. Hepsi de zühd (zâhid) hayâtı yaşamayı seçmiş kişiler olarak tanınıyorlardı. Bayezid, Tayfur'un oğlu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun çoğunu evde ve camiide tek başına geçirmekteydi. Yalnız bir yaşantısı olmasına rağmen evine sık sık Sufilik üzerinde tartışmak maksadıyla ziyaretçileri kabul etmekteydi. Allah ile başbaşa kalmak amacıyla tüm Dünyevî arzularını terk etmiş (Melamilik-Kalenderîlik) bir şekilde zühd hayatı sürdürmekteydi.

Sufilik'teki "Fenâ Fî’Allah" ve "Bekâ Bî’Allah" mertebeleri
Nakşibendi Tarikatı, Mevlevîlik, Alevîler, Bektaşilik Tarikatı ve Panenteizm

Neticede bu yaşam tarzı Bayezid'in "Kendinde Yok Olma" hâli olarak ifâde edilebilecek olan bir ruh haline bürünmesiyle sonuçlandı. Bu durum sufilikte "Kişinin Allah'a en yakın olduğu ruh hâli" olan "Fenâ Fî’Allah" yâni (Allah’ta yok olma) mertebesi olarak tanımlanmaktadır. Allah'a karşı olan hislerini çok sâmîmi ve açık yüreklilikle dile getirmesinden dolayı "Beyâzıd" tarihte ilk kez "Sarhôş Sûfî" lâkabı ile anılan kişi oldu. Kendisi tarihteki en etkin mistiklerden biri olarak tanınmaktadır. Allah'a olan aşırı sevgisinden dolayı da Allah aşkından başka tüm Dünya nimetlerini terk etmek suretiyle de "Bekâ Bî’Allah" yâni (Allah’la var olma/Allah’la bir olma) kavramlarını ortaya atan sufi olarak hatırlanmaktadır.

Bayezid-i Bistami

Bayezid-i Bistami hazretleri, Silsile-i aliyyenin beşincisidir. Arifler sultanı diye meşhurdur. İsmi Tayfurdur. Üveysi idi. Kendisinden kırk yıl önce vefat eden imam-ı Cafer-i Sadık hazretlerinin ruhaniyetinden istifade etti.113 âlimden ilim öğrenmiştir. Son derece âlim, fâdıl ve edip idi.

Daha annesinin karnında iken kerametleri görülmeye başladı. Annesi ona hamile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu.

Çocukken bir gün cami avlusunda oynuyordu. Şakik-i Belhi hazretleri, "Bu çocuk büyüyünce zamanının en büyük velisi olacak" buyurdu. Hadis âlimlerinden bir zat, onu görünce çok hoşuna gitti. "Güzel çocuk, namaz kılmasını biliyor musun?" dedi. Bayezid-i Bistami, "Evet Allah dilerse becerebiliyorum" cevabını verince; "Nasıl?" diye sordu. O da "Buyur yâ Rabbi! Emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'an-ı kerimi tane tane okuyor, tazim ile rükuya varıyor, tevazu ile secde ediyor, vedalaşarak selam veriyorum" deyince, o zat hayran kalarak; "Ey zeki çocuk! Sende bu fazilet ve derin anlayış varken, insanların başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. Ona, "Onlar beni değil, Allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana ait olmayan bir şeye dokunmalarına engel olmam uygun olur mu?" dedi.

Anneye hizmet
Küçük yaşta iken okumaya başladı. Dikkatle derslerine devam ediyordu. Bir gün okuduğu bir âyet-i kerimenin (Lokman suresi: 14) tesiri ile eve döndü. Annesi merak edip niçin erken döndüğünü sorunca, şöyle cevap verdi: "Öğrendiğim bir âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, kendisine ve sana itaat etmemi emrediyor. Ya sana hep hizmet edeyim veya beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibadet ile meşgul olayım" dedi. Annesi; "Sen beni bırak Allahü teâlâya ibadet et" dedi. Bundan sonra, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmal etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabul edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi.

Soğuk bir kış gecesi idi. Annesi yatarken su istedi. O da hemen fırladı. Fakat testide su yoktu. Çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Eve geldiğinde, annesinin tekrar uykuya dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. Testi elinde olduğu halde bekledi. Epey müddet sonra annesi uyanıp "Su, su!" diye mırıldanarak uyandı. Oğlunun bu hâlini gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin elinde tutuyorsun?" dedi. O da, "Uyandığın zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum" dedi. Annesi; "Ya Rabbi! Ben oğlumdan razıyım. Sen de razı ol!" diye dua etti. Belki de annesinin bu duası sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyalığın yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsan etti.

İbadet zevki
Gençlikte yaptığı bazı ibadetlerden zevk alamıyordu. Bu durumu annesine anlatırdı ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını sorardı. İçimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum. Fakat sebebini bilmiyorum" dedi. Annesi epey düşündükten sonra, "Evladım tek şey hatırlıyorum. Sen daha küçüktün. Komşulara oturmaya gitmiştim. Kucağımda iken ağlamaya başladın. Bir türlü susturamadım. Seni susturmak için ocakta pişmekte olan tarhanaya komşudan izinsiz parmağımı batırıp ağzına koydum" dedi. Bunun üzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini istedi. Annesi helalleştikten sonra ibadetlerinden zevk almaya başladı.

Bir gece seher vakti Allah dedi. Sonra düşüp bayıldı. Ayılınca, niçin bayıldığını sordular. (Sen kim oluyorsun da ismimi ağzına alıyorsun? şeklinde bir ses gelir diye çok korktum da onun için bayılmışım) buyurdu.

Biri, "Bu derecelere nasıl kavuştunuz?" diye sordu. Ona "Her yerde Allahü teâlânın gördüğünü ve bildiğini düşünüp, edebe riayet etmekle" diye cevap verdi.

Bir gece otururken ayaklarını uzatmıştı. (Sultanla oturan edebini gözetmeli) diye bir ses duyup hemen toparlandı.

Buyururdu ki:
Allahü teâlâyı an, dilini, başka işlerle uğraşmaktan koru. Nefsini hesaba çek. İlme yapış ve edebi muhafaza et. Merhamet sahibi ve yumuşak ol. Allahü teâlâyı unutturacak her şeyden uzak dur. Bir kimsenin, Allahü teâlâya olan sevgisinin gerçek olup olmadığının alameti, kendisinde deniz misali cömertlik, güneş misali şefkat ve toprak misali tevazu gibi üç hasletin bulunmasıdır.


Etkinliği

Kendisinden önce sufilik sadece "sofuluk" ve "itaat" üzerine dayanmaktaydı. İlâhî Aşk’ın sufiliğe kazandırılması onun sâyesinde gerçekleşti.

On İki İmamlardan olan Musa el-Kâzım[4] ile Ali er-Rıza'ya karşı sâmimîyyet ve muhabbet beslemekteydi. Ali er-Rıza[5] tarafından talebeliğe kabul edildi. 874/878 tarihinde vefât ettiğinden, aynı devirde yaşamış olduğu İmam Muhammed el-Takî‘yyî’l Cevâd (ö.835 CE), İmam Ali Naki (ö.868 CE) ve İmam Hasan el-Askerî (ö.874 CE) ile de muhtemelen tanışmıştı. On İki İmâmlara karşı beslenen saygı ve sevginin kendisinden sonra gelen Ebû’l Hassan Harakânî, Hace Abdullah el-Ensari ve Ebû’l Kâsım Gûrganî gibi halefleri sayesinde muhafaza edilmesinde de etkin payının olduğunu bu şâhsiyetlerin yaptırmış oldukları ibâdethanelerde On İki İmamların isimlerinin de yazılmış olmasından anlaşılmaktadır.[6]

Neslinden Anadolu'ya göç edenler ve Horasan erenleri

Torunlarından İsa ve Musa, İran Horasanı'ndan Anadolu'ya göç etmişlerdir. İlk önceleri Hatay'ın Kırıkhan ilçesinde ikamet etmişler, sonraları kendilerine verilen vazife gereği Anadolu'nun iç taraflarına göç etmek istemişler ve Kırıkhan'dan iki kardeş ayrılmışlardır. Kırıkhan halkı kardeşlerin gitmelerini istemedikleri için kardeşlerden İsa'yı orada şehit etmişlerdir. Şeyh İsa Türbesi Kırıkhan'ın Alabeyli Köyünün kuzeyinde, ilçe merkezine dört kilometre uzaklıkta bir tepe üzerindedir.[7] Diğer kardeş (Şeyh Musa) Tokat'ın, Zile ilçesine gelerek burada irşadına devam etmiştir, burada yatmaktadır ve torunlarının Zile'de yaşamakta olduğu kanısı yaygındır.

Bayezid-i Bestami ve Mustafa Şevki Paşa'nın türbesi, Hatay'da Kırıkhan-Hassa yolunun Alabeyli Köyünün kuzey tarafında küçük bir tepe üzerinde Darb-ı Sak Kalesi içindedir.[1][8][9]

Halk arasında Beyazıbesten (Şeyh Ethem Çelebi Camii) adı ile bilinen ziyaret yeri, Zile merkezinde Ali Kadı Mahallesi'nde olup çevre halkı tarafından baş ve göz ağrıları ile çeşitli dilekler için ziyaret edilen yerlerdendir. Zile'de Şeyh Ethem Çelebi Camii'nde bulunan Peygamber Muhammed'in mübarek hırka-ı şerifleri, Veysel Karani'den Bâyezid-î Bistâmî'ye geçmiş, Cumhuriyet'in ilk yıllarında muhafaza edilemeyeceği gerekçesi ve Zile'lilerin de yeterince sahip çıkmamaları sebebiyle önce Tokat'a, 17 Eylül 1944 tarihinde ise Ankara Etnografya Müzesi'ne intikal etmiştir.

Kaynak ve Dipnotlar

Wikipedia
Dinimiz islam





Signing of RasitTunca

Kar©glan Başağaçlı Raşit Tunca
Smileys-2
Reply


Forum Jump:


Users browsing this thread: 1 Guest(s)